1 Aralık 2014 Pazartesi

Düşmanların ve Sen

Düşmanların ve Sen

Bir terslik var bu dünyada.
En güzel evlerde, o evleri yapanlar oturmuyor mesela. Ekmeğin en güzelini, buğdayın en dolgununu biçenler yiyemiyor. 

Emek bizim, ama doyan biz değiliz. Bir kendimize, bir de dünyaya bakıyoruz. Binalar giderek yükseliyor, şehirde 
sokaklar giderek ışıldıyor, ekonomi giderek büyüyor diyorlar, ama bizim ellerimiz giderek yoksullaşıyor, nasırlaşıyor.

Yoo, haksızlık etmeyelim. Emeğimizin karşılığını hiç alamıyor değiliz.

Mesela demir döküyoruz, hapishanemize, hücremize parmaklık oluyor.

Otomobil üretiyoruz, içine çocuklarımızı atıp kaybediyorlar. 

Şu dünyada kaç emekçinin boğazına sarılmıştır, yine bizim gibi emekçilerin ürettiği o yağlı urgan? 
Bunun kendi kendini boğmaktan farkı var mı?

Fark ediyor musunuz bilmem?

Ancak kendimize düşman olmamız şartıyla bu ülkenin sokaklarında yürümemize izin var.

Emeğimizi çalacaklar, başımızı eğip ineceğiz madene tekrar. “Evini yıkacağız” diyecekler, söylene söylene toplanıp çekip gideceğiz o gece.

Bizi çürütmeyen, bizi kendimize düşman etmeyen her şeyse suç olacak:

“Evimi yıktırmam” demek, emeğimizin karşılığını istemek, evimizdeki kitap, dilimizdeki türkü, attığımız slogan… Yasak.

Belki sen de şu “örgütle mörgütle işim olmaz” diyenlerdensin, kim bilir. Oysa yıllar, yıllar önce seni, sana düşman bir örgütün üyesi yaptılar. Okulda çift sıra olarak başladın emir almaya; haz’rola durdun askerde. Sana üzerine yapışıp, bir ömür çıkmak bilmeyecek bir meslek verdiler. Her Allahın günü bir patron için sabah kalkıp şu saatte, şu kadar saat çalıştın, üyesi olduğunu fark etmediğin bu örgütte.

Ama insan hem kendine düşman olup, hem de yüzünde bir gülümsemeyle yaşayabilir mi?

Yaşayamadın sen de. İşte bu yüzden ikiye bölünüyorsun sürekli: Kendinden nefret etmekle, kendini çok sevmek arasındasın. Ülkendeki insanların haline acırken, derin bir öfke duyuyorsun onlara içten içe. Bir yanın halk düşmanlarına güvenmek isterken, kafanda bir ses düşürüyor seni şüpheye. Senin gibilere düşman olmakla, seni ezenlere küfretmek arasında bütün gelgitlerin.

Oldu ki kendine düşman olmayı reddettin bir gün. Ve nihayet sormaya başladın kendine: Kim dinlendi ben yorulurken? Kim doydu ben acıkırken? Kim tutsaktı, ben özgürken?

Ve patron için değil de, halkın için akmaya başladı diyelim alın terin. Sürsün diye değil de, bitsin diye işler oldu ellerin. Sevdiklerinle sevmediklerin yer değiştirdi, düşmanlarının ve dostlarının adını yeniden seçtin. Hayallerin değişti, sen değiştin.

Basarlar o zaman düşlerini bir gece, acımazlar.

İş cinayetinde değil de, sokak ortasında kurşunlayıp, bir hapishane hücresinde öldürecek kadar nefret ederler senden. Onların kontrolünün dışında bir şey olsun, insanlar onların düzeninden başka bir düzen hayal etsin istemezler. Yoksa hayallerini yalanlara boğarlar, boğamazlarsa hayallerini kimseye anlatamayacağın yerlere kapatırlar. Onu da beceremezlerse…

Ama yine de anlayamayacaklar. İşte bu da onların ölümcül hastalığı.

Çünkü bu çağda anlamak ve çelişkileri çözmek bize has. Nasıl böyle çoğaldığımızı, nasıl böyle cüretli olduğumuzu, bizi neden ölümle korkutamadıklarını çözemedikçe korkacak, saldırganlaşacaklar. Korku dünyayı anlayamayan beyinlere çöken karanlıktır. Bu karanlık onların sonu olacak.

http://proleteren.wordpress.com/2012/12/19/dusmanlarin-ve-sen/


Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, özü itibariyle,kapitalist 
bir makinedir, kapitalistlerin devletidir,toplam ulusal sermayenin ideal kişileşmesidir.
Üretici güçleri ne kadar çok kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok gerçek kollektif kapitalist durumuna gelir, 

yurtdaşları okadar çok sömürür. İşçiler ücretli işçi, proleter olarak kalırlar. Kapitalist ilişki ortadan kaldırılmaz. 
Bilakis doruğuna tırmandırılır.

 Friedrich Engels,
( Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni,)

KABİL veya İTAAT’E KARŞI KUŞKU


























KABİL veya İTAAT’E KARŞI KUŞKU

“Dünya, itaatsizlikle var oldu ve itaatle yok olacak.” diyor Erich Fromm. José Saramago da Kabil’de insanlığın başlangıcına uzanıyor; onu var eden bu ilk itaatsizlik eylemine…

Ama Adem ve Havva’yı almıyor merkeze. Çünkü insandan doğan ilk insan Kabil ve biz onun temsiliyiz, o da bizim… Yani düzeneğin merkezinde yer alan Kabil, aynı zamanda biziz; merkezdeyiz. Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürmesi, onun hikâyesinin insanlığın hikâyesi olduğunu gösteriyor. Çünkü insan, aykırı olandır; o, hayvanların aksine, doğaya ve kurallara aykırı olduğu, karşılığında yaratıcı ve emrindeki doğa tarafından cezalandırıldığı sürece insandır.

Nobel ödüllü Saramago’nun, ölümünden önce yazdığı bu son romanı ancak ölümünden sonra basılabildi; klişeleri usta ironisiyle besleyip önümüze sunan yazar, meğer ömrünün sonuna doğru insanlığın başlangıcını yazmış.

Daha önceki romanı İsa’ya Göre İncil, Yeni Ahit’ten uyarlamaydı; ve birçok polemiği de yanında getirmişti. Öyle ki Portekizli yazar kalan ömrünü sakince geçirmek istemiş, Kanarya Adalarına yerleşmişti. Son romanı Kabil ise, Eski Ahit’ten, oldukça iyi bilinen öykülerden uyarlama. İşte bu devrede Saramago’nun kendine has lezzeti olan üslubu ve modern şüpheciliği giriyor devreye ve Ademoğlu, Tanrı, Din üçgeninde, inançlarımızı sorgulamaya götürüyor, zihnimizde kurgulanmış kavramları yeniden tartmaya çağırıyor bizi.

Roman, Adem ile Havva’nın itaatsizlikleri sonucu ‘yaşam’ ile cezalandırılmalarıyla başlar. Adem ile Havva, bir türlü yaşamın sıkıntılarına anlam veremezken büyük oğulları, Tanrı tarafından reddedilen Kabil, Tanrı tarafından kabul edilmiş kardeşi Habil’i öldürür. Ama Saramago’ya göre Kabil bencil ve kötü olan değil; aksine sorgusuz itaat eden ‘iyi’ler ve onların eylemleri kötü olan. Bu şüpheci kardeş katili, “eylemlerine akıl sır ermeyen Tanrı”ya, onun kendisinin de aslında o kadar masum olmadığını söyler. Onu, kadere hükmetme gücü olduğu halde olacakları durdurmamakla suçlar. “Efendi” Kabil’in yargısına hak vermekle beraber, yine de kulunun bu cinayeti kendi hür iradesiyle işlediğini, bunun cezasız kalamayacağını söyler ve onu dünya üzerinde zamansız, amaçsız dolaşmaya mahkum eder. Lanetlenen Kabil, bitirilememiş Babil Kulesi’ne, Tanrı’nın gazabına uğramış Sodom ve Gomore’ye gider; İbrahim’in oğlunu kurban etme teşebbüsüne tanık olur; femme fatalelerin ilki Lilith ile tanışır; servetlerin servetine sahip Eyüb’ün uğradığı felaketleri görür ve kendini Nuh’un gemisinde bulur. Her yolculuğunda, yaşananlara bir şekilde etkisi olur; Tanrı’yı ve onun akıl sır ermeyen eylemlerini gözlemler; sorular sorar, cevaplar arar. Zaman zaman aradığı cevapları ona vermek üzere Tanrı belirir karşısında; ama aldığı hiçbir cevap, Kabil’in şüphelerini gideremez ve Kabil, kardeşini öldürerek yapmaya çalıştığı şeyiromanın tadını kaçırmamak adına bunun ne olduğunu belirtmiyoruz nihayet nasıl yapacağına karar verir ve içinde en ufak sızı dahi duymadan eylemini gerçekleştirir. Çünkü biliyordur ki, “İnsanların tarihi, tanrı’yla anlaşmazlıklarının tarihidir; o bizi anlamaz, biz de onu anlamayız.”

Kabil’in kapağında Tiziano Vecellio’nun 1540’lı yıllarda yaptığı yağlı boya tablosundan, Kabil ile Habil figürleri var. Ressam, tabloda bizlere, yalvarırcasına elini kardeşine uzatmış yerde yatan Habil’in ızdırabını hissettirir. Çünkü figürleri, yerden yukarıya doğru görürüz, neredeyse Habil’in gözünden… Buradan hareketle Vecellio’nun tablosunda temsilimizin Habil olduğunu düşünebiliriz; acı içinde kıvranan, katledilen… Ama Saramago romanında, bizi zaman zaman Habil yerine koyuyor olsa da, daha çok Kabil’e benzediğimiz sonucuna varıyoruz. Ayrıca romanda bildiğimiz, üzerinde düşünme ihtiyacı dahi hissetmediğimiz birçok şeyle, bu kez düşünmek kaydıyla yüz yüze geliyoruz. Bunlardan en ilginci de itaat etmedikçe insan olabildiğimiz gibi ilginç, insanı derin düşüncelere sevk eden cümleler. Bu yönüyle felsefeyle iç içe bir kurgu sunmuş yazar bize bu son kitabında. Ve sorular… İnsanların asırlardır cevap bulamadığı soruları, yüz elli iki sayfaya tüm çıplaklığıyla ve olanca ilginçlikleriyle sığdırmış. Işık Ergüden oldukça başarılı çevirisinde, Saramago’nun özgün yazımına sadık kalmış ve karşımıza bir çırpıda biten mükemmel bir roman çıkmış.

Kabil
José Saramago
Çeviren Işık Ergüden
Kırmızı Kedi Yayınevi 152 sayfa


http://ceviri-yorum.blogspot.com.tr/2012/01/kabil-veya-itaate-karsi-kusku.html