24 Mart 2016 Perşembe


"Acıyı bal eyleyen ozan Aşık Veysel

"Acıyı bal eyleyen ozan Aşık Veysel
Cumhuriyet devrimi ve onun çağdaş kurumları Veysel gibi bin yıllık acıyla kenetlenmiş Anadolu insanının dünyasına açılan aydınlık pencere olmuştur"

Metin Turan 

KİMİ insanların, özellikle de toplumsal kişilik ve kimliğe sahip olan; var ettikleriyle değer kazananların yaşam öykülerine baktığımızda, bize yaşama sevinci aşılayan, dünyayı daha bir anlamlı algılamamızı sağlayan eylemlerinin arkasında, üstlenilmesi hiç de kolay olmayan acılar toplamını görürüz. 

Binlerce Anadolu insanının hayat hikayesini dinlerken tanık olduğumuzdan daha farklı değildirAşık Veysel’in hayatı da. 1894 yılında, Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Annesi Gülizar kadın, Sivrialan dolaylarındakiAyıpınar merasına koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür. Bu yıllar yokluk, yoksunlukla birlikte, Anadolu’yu çeşitli salgın hastalıkların kasıp kavurduğu yıllardır. Çiçek hastalığı Sivas yöresini bir anlamda kuşatmış gibidir. Veysel’den önce iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiş, Veysel de 1904 yılında, henüz yedi yaşındayken çiçek salgınına yakalanmıştır. O günleri kendisi şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan.” 

Sivas’ın bu aşığı/ozanı bol diyarında, babası da şiire meraklı, sazla-sohbetle içli dışlı biri olarak Veysel’in, dertlerini birazcık olsun azaltacak, ona yaşama sevinci aşılayacak bir uğraş olsun diye, saz verir eline... Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmaya çalışır. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylerlermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış. 

İlk saz derslerini babasının arkadaşı, Devriğlili Çamışıhlı Ali Ağa (Aşık Alâ)’dan almış. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dertli, Ruhsati gibi ustalardan çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlarla tanışmış böylece... 

Bugün Türk halk müziği dağarcığına, söz ve müziği kendisine ait olanların dışında Aşık Veysel’den derlenmiş olarak kaydedilen 200 dolayında ezgi ve sözün birikme süreci de bu yıllara dayanıyor.  

Aşık Veysel’in hayatında, çiçekten sonra ikinci önemli değişiklik, seferberlikle başlıyor. Bütün yaşıtları gibi kardeşi Ali de cepheye gidiyor bir Veysel kalıyor sazının kırık telleriyle köyünde. Gözlerinin görmezliği yanında, kendisini ‘işe yaramaz’ hissedişi, daha bir derinden sarsıyor onu. 

O günlerini şöyle anlatıyor Enver Gökçe’ye: “Eve girerim, yüzüm asık: anam, babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim. Öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.” 

Bu durum dizelerine şöyle yansır: “Ne yazık ki bana olmadı kısmet / Düşmanı denize dökerken millet / Felek kırdı kolum, vermedi nöbet / Kılıç vurmak için düşman başına” 

Seferberlik sonlarına doğru, Veysel’in annesi ve babası, ‘Belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz’ düşüncesiyle, Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendirirler. Esma’dan bir kız, bir oğlu olur. Ne var ki, oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin acemiliği, ağzında meme kalarak ölür... Veysel’in acıları bununla da bitmez, talihsizlikler üstüste gelmeye başlar. 1921’in 24 Şubat’ında annesi, ondan sekiz ay sonra da babası Hakka yürür.  

Ağabeyi Ali’nin de bir kız çocuğu daha olunca, çocuklara ve işlere bakması için bir hizmetkar tutarlar. Bu hizmetkar, Veysel’in bağrında açılacak başka bir yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, ilk eşi Esma’yı kandırarak, kaçırır bu yanaşma. Karısı bir başına bırakıp gittiğinde, Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş onu, ne çare, o da yaşamamış. Bir şiirinde dile getirdiği gibi: “Talih çile, kader sözü bir etmiş / Her nereye gitsem gezer peşimde.” 

Anadolu kültür coğrafyası bütün olumsuzluklara karşın kendi devingenliğinden, bireyin diri ve canlı olana sarılmasını var kılan engin bir insan birikimine sahiptir. “Dağlar çiçek açar / Veysel dert açar” diyen ozan da bu birikimin en güzel örneklerinden biridir. 

Bütün bu acıların içerisinden, cumhuriyet devrimlerine içtenlikle bağlı olmak kadar, onları anlamak konusunda da derinden duyarlı bir çağdaş ozanın yetişmesi, acıyı bal eylemek değil midir? Başka türlü de söylemek olası: cumhuriyet devrimi ve onun çağdaş kurumları Veysel gibi bin yıllık acıyla kenetlenmiş Anadolu insanının dünyasına açılan aydınlık pencere olmuştur. 

21 Mart 1973 tarihinde aramızdan ayrılan Aşık Veysel’i saygıyla anıyoruz.

21 Mart 2016 Pazartesi



















Gecenin şarkısı markısı kimindir
Hangi şarkısı üstelik
Gecenin şarkısı senin olsun ben istemem
Üstelik o şarkı herkesindir
Çünkü bulutlar konuşur 
Kuşlar uyur
Ses uyanır
Şimdi kimindir gecenin şarkısı

Kimi hüzzamdan bir şarkı besteler uykusunda
Otlar büyür
Ocaklara girilir madenlerde
Ne düşler görür insan kimbilir

Gece onundur
Turgut Uyar.../ GECENİN ŞARKISI
























Kɑdının gelişimi, bɑğımsızlığı özgürlüğü kendisinden gelmelidir. 
İlk olɑrɑk kendisini bir obje değil, bir kişilik olɑrɑk ortɑyɑ koymɑlıdır. 
İkincisi, hɑyɑtını bɑsit, fɑkɑt zengin ve derin kılɑrɑk; kendi bedeni üzerinde bɑşkɑlɑrının iddiɑ ettiği tüm hɑklɑrɑ kɑrşı koymɑlı, istemediği sürece 
çocuk yɑpmɑmɑlı, tɑnrının, devletin, kocɑsının, ɑilesinin bir kulu 
olmɑyɑ kɑrşı çıkmɑlıdır. Bu dɑ hɑyɑtın tüm kɑrmɑşıklığını ve özünü 
ɑnlɑmɑyɑ çɑlışɑrɑk, yɑni kendini toplumun fikirlerinden
ve yɑrgılɑrındɑn özgürleştirerek olur. / Emma Goldman






























Ulan öldürdüler bizi bu pezevenkler
Bir tek günümüz geçmiyor ahsız ofsuz
Bir tek günümüz geçmiyor borçsuz harçsız
Bir tek günümüz be yahu, bir tek günümüz oh diyesi
Ulan öldürdüler bizi bu pezevenkler
Yahu kimin bu topraklar
Yahu kimin bu denizler
Bu ormanlar bu tirenler bu gemiler uçaklar
Bu madenler kimin yahu?
Kıydılar alımıza morumuza bu pezevenkler
Kıydılar yazımıza baharımıza
İşimiz gücümüz mayın taramak
İşimiz gücümüz ölü taşımak
İşimiz gücümüz umuda yatmak
Ulan öldürdüler bizi bu pezevenkler..!
Hasan Hüseyin Korkmazgil


















...
her çocuk sonsuz bir şiirdir bizde
sesi bir tutam sevinç
gülüşü bir top ateştir
yanar durur içimizde
bazan ışık olur aydınlatır bizi
bazan yangın olur yakar
yandığımızı söyleyemeyiz
hatalar kana bulanır bir anda
şarkılar susar
nasıl başlar bir ağıt
bilemeyiz

Adnan Yücel

8 Mart 2016 Salı






















8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 
dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. 

Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 
129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde 
Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında 
(Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen 
kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
8 Mart bu nedenle Dünya Emekçi Kadınlar Günü'dür.
Kutlanmaz, anılır!


















Kɑdının gelişimi, bɑğımsızlığı özgürlüğü kendisinden gelmelidir. 
İlk olɑrɑk kendisini bir obje değil, bir kişilik olɑrɑk ortɑyɑ koymɑlıdır. 
İkincisi, hɑyɑtını bɑsit, fɑkɑt zengin ve derin kılɑrɑk; kendi bedeni üzerinde 

bɑşkɑlɑrının iddiɑ ettiği tüm hɑklɑrɑ kɑrşı koymɑlı, istemediği sürece 
çocuk yɑpmɑmɑlı, tɑnrının, devletin, kocɑsının, ɑilesinin bir kulu 
olmɑyɑ kɑrşı çıkmɑlıdır. Bu dɑ hɑyɑtın tüm kɑrmɑşıklığını ve özünü 
ɑnlɑmɑyɑ çɑlışɑrɑk, yɑni kendini toplumun fikirlerinden
ve yɑrgılɑrındɑn özgürleştirerek olur. / Emma Goldman

5 Mart 2016 Cumartesi

Rabindranath Tagore / NE ÇIKAR ATEŞ BÖCEĞİ SANSALAR BİZİ...


Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.

Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
Deniz minareleri, midyeler,
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.

Sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak,
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.

Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem,
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahız biriyle göz göze gelince.

Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak. Yaralansak...
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu.
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi.

O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.


Bir Öpüyorsun Ağzın Şaraplaşıyor

Aç kapını aç - sabahın eri girsin
Bu ıtır kokusunu kaldır yüreğimi dağlıyor
Aç kapını aç - bırak yakamı gideyim
Yeter bunca öptüğün
Bunca sarıldığın yeter
Bir öpüyorsun ağzın şaraplaşıyor
Eriyip kendimi yitiriyorum

Aç kapını aç - bırak yakamı gideyim
Geri ver beni - herşey senin olsun
Senin olsun - özgür kıl yüreğimi

Rabindranath Tagore / NE ÇIKAR ATEŞ BÖCEĞİ SANSALAR BİZİ...