14 Kasım 2014 Cuma

Aziz Nesin - SON KONUĞUMA MEKTUP



Canalıcıma,
Uykumdayken, kancıkçasına baskın verme!
Gelince de saygısız konuklar gibi oturup, yerleşip, siftinip çöreklenme!
Seni bir müzmin tedirginlik olarak derime yapışmış, canıma sıvışmış olarak kendimde duymayayım.

Düşün ki ben seni, varlığımın bilincine vardığımdan beri beklemekteyim. Bunca zamandır beklenen bir konuğa yaraşır bir saygınlıkla gel!Sana olan saygımı yitirtme bana. Gürültülü patırtılı gelme! Kimseler duymasın geldiğini. Bir sen bil, bir de ben bileyim yeter. Gelişin herkesleri ayağa kaldırmasın. Tam bana göre, bana uyan bir davranışla gel. Sessiz sessiz sürdürdüğüm, bunca yıllık yaşamıma yaraşacağı üzere suskun, susuk gel! Çünkü benim için geleceksin, beni almaya geleceksin, başkalarını tedirgin etmeye değil. Uykumda birden bastırma ki, bunca yıldan beri gelişini gözlediğim en gerçek ve en son konuğuma göstermem gereken saygıda bir eksikliğim olmasın. Saygı ile ayağa kalkıp seni buyur edeyim. Almak istediğini, sana onurla kendim sunarak vereyim. Bir yaşam boyu çektiklerimi az bulup, bana bir de sen çektirmeye kalkma! Her ne çektimse hepsine güler yüzle katlandım, onları salt kendim bildim. Üzünçlerimi kendime sakladım, sevinçlerimi el ile bölüştüm. Sonum da böyle olsun isterim. Bilirim, güçlüsün. Kimselere eğilmemiş başım, senin önünde eğilebilir; ama bunu bana yaptırma!Bana yaşamımı yadsıtıp, sonunda beni kendimden utandırma! Senin amansızlığından böyle bir yiğitlik bekliyorum, bana önünde baş eğdirtme! Güler yüzle gel, gülümseyerek karşılayayım seni...

Dimdik yaşadım, sen de beni dimdik kucakla, al götür. Pusu kurma, arkamdan vurma. Ayakta karşılaşalım soylucasına... Öyle çelebicesine gel ki seninle gitmek için istekleneyim. Senin gelişinle ikimizin birden gidişi bir olsun. Şimdi var, şimdi yok olalım. Bekletme beni, elini çabuk tut. Her şey birdenbire olup bitsin.

Sen öyle bir kesin gerçeksin ki, sana yalan da söylenemez. Bütün yaşamımda çağdaşlarımdan hiç birini kıskanmadığımı bilirsin; İyi yürekliliğimden değil, hiç birini kendimden büyük görmediğimden. Yine bilirsin, yaptıklarımla ya da yapmayı tasarlayıp yapamadıklarımla da böbürlenirim. Bana verdiğin mühlet içinde, tasarladıklarımı yapamadınsa, evet, suç kimsenin değil benim... Bu ceza yeter bana; çünkü acısını duyanlar için cezaların en ağırıdır. Herkes gibi ben da seninle ilk ve son olarak yalnız bir kez karşılaşacağım. Bu karşılaşmamız, nerede ne zaman, nasıl olsun diye, zaman zaman çok değişik istekler geçirdim içimden. Kahraman olmak istediğim dönemlerim oldu. Kahramanlık ilk savaşlarında ölmeyen, son savaşlarında da sağ çıkmayanlardır. Seninle son savaşımda karşılaşmayı istedim bir zamanlar. Savaşın, yaşam boyu sürdüğünü, yaşadıkça sonu olmadığını bilmiyordum. Sonsuzca süren bu savaşımın öyle bir yerinde gel, öyle bir güzel gel ki, sana gülümseyerek elimi uzatıp “merhaba!” diyebileyim. Bir zamanlarda uzun uzun yaşayıp bitkiselliği dönüşmeyi, bitkisel yaşamımda gelişini bile bilmemeyi istedim. Şimdiyse ne kahramanlık gösterisinde, ne bitkisel bitkinliğinde gelmeni istiyorum.

Dilersen en beklemediğimi sandığın zaman gel. Beni hiç şaşırtmayacaksın, çünkü hep aklımdasın, beynimde bir kıymık gibi... Korkmadan bekliyorum gel!

Nice yaşadımsa, seninle baş başa diş dişe döv üştüm. Birkaç kez yendiğim de yenildiğim de oldu. Canım ki en kutsal olan her şeyim benim, onu elbette bana yakıştığı gibi ayakta, saygı ile yiğitçe vermek isterim; teslim olmadan... Bir armağan gibi vermek canımı. Sen de, yeniğin kalemini-ki o kalem hep kılıçtı-teslim alırken iki elinle başının üstüne saygıyla kaldırarak al beni! Lekesiz arı-duru, yaşamı süresince hep kendi kendini arıtan bir cana saygılı ol, benim sana saygılı olduğum gibi. Kimselere demedim, sen de kendine of dedirtme bana. Ne kahramanlıkta, ne bitkisellikte, işte şimdi olduğum gibi bir sıra, elimde kalem;önümde kâğıtla daktilom, böyle bir zamanda gel!İstersen gece, istersen gündüz, istersen yazın, istersen kışın gel;Kapım da yüreğim de her zaman açık sana! Yeter ki kendi gözümde kendimi küçültme bana, kimseden su istetme. -Üstelik benim savaşım seninkinden çok daha yüce idi. Çünkü sen, sonunda nasıl olsa utkunun senden yana olacağını biliyordun. Oysa ben, sonunda nasıl olsa yenik düşeceğimi biliyordum. Yenileceğimi bile bile , ama hiç yenilmeyecekmişim gibi, beni yenecek olanın üstüne üstüne varmadım mı? Bir an olsun korktum mu, ya da kaçmayı düşündüm mü?

Birazcık daha yaşayabilmek için, birazcık daha iyi yaşayabilmek için, bunca güzelim bu yeryüzü uğruna bile, sana bir kıpı ödün verdim mi?

Yaşamayı haketmeye çalıştığım gibi, ölümü de haketmek istiyorum. Bu hakkı bana tanı! Çünkü, bu sonsuz güzellikler açan güzelim dünyaya, ben de gücümce güzellikler katmaya çalıştım. Bir güzel ada, atlasta görünmeyecek denli küçük diye yok sayılabilir mi? Benim katkım da atlasta görünmeyecek denli küçücük olsa da, var.

Ne mi yaptım? Ortaçağ simyacıları taşı altına çeviremedi. Ama ben bir simyacıyım, gözyaşlarımı gülmeceye çevirerek dünyaya sundum.

Saygıyla gel, bekliyorum.

Aziz Nesin - SON KONUĞUMA MEKTUP

Nevzat Çelik - Merak


siz şimdi bana bir kucak
gökyüzü getirebilir misiniz demir örgülerle parçalanmamış
suda serin suda pırıl pırıl akan bir yaprak
bana çiçek kokusu bana deniz bana toprak
boyunca mayısa batmış bir ağaç büyütebilir misiniz bana
verebilir misiniz muştusunu silahları susmuş bir dünyanın
aç doydu güneşe sarındı çıplak-diyebilir misiniz
söyleyin bana
okuyabilir misiniz kurtuluş haberlerini şiir tadında
güney afrika`da
kara öfke
kara bir kartal
gibi kondu
karanlığın gözüne
alaydınlık bir sabah doğdu
zencilerin yüzüne-
mesala

gencecik ölüp gitmek birşey değil
şu kahrolası merak olmasa

Nevzat Çelik - Merak

Delilik bir tercihtir…




Normalleşmeyin. Çünkü normalleştikçe mürebbiye kılıklı kadınlarla, ambar memuru tipli erkekler arasındaki ilişkiler biçimi olur hayat. Sıkıcı ve bunaltıcı. Gri. Siz deliliği seçin. Çünkü delilik güzeldir, bitmez. Ve hiçbir delirmenin yıldönümü olmaz

Delileri kapatmaya başladıklarından beri dünya gerçekten tatsız tuzsuz bir yer artık. Carl Jung “Bana aklı başında birini gösterin size onu iyileştireyim” derken sanırım tam da bu tatsızlıktan söz ediyordu bize. Geçenlerde yazmıştım deliliğin neden bir tercih olduğunu. Neden gerekli olduğunu. Deliliğin neden zorunlu olduğunu. Evet delilik bir tercihtir. Çünkü bu kirli gerçekliğe karşı koyabilmenin tek yolu o. Çünkü gözünüzün önünde ellerinizi kollarınızı bağlayarak iş tutan saf kötülüğe dayanabilmenin ve onu alt edebilmenin tek yolu o. Normallik denilen illete karşı hayat denilen bu kısa hikayeyi katlanabilir kılmanın tek yolu da o.

Normallik ve delilik, aşk ve gurur gibidir. Aşkın ve gururun bir arada olamazlığı gibidir onların ilişkisi de. Aşk deliliği, gurur normalliği besler. Aşık olan herkes deliliğe bir adım daha yaklaşırken, normalleşenler gururuna saplanıp kalır. Eğer gurur yapıyorsanız normalleşiyorsunuzdur. Oysa hiçbir aşık ya da deli gurur nedir bilmez.

Onlar dünyayı sadece görmek istediği gibi görmeyi tercih edenlerdir. Deliler aşk ehlidir ve aşksa bünyesinde gururu değil fedayı barındırır. Bu dünyaya rağmen bu dünya için bedeni ve aklı feda etmektir delilik. Artık dünya, aşkı bağrından söküp atan ve normalliğin o köhne gururuna saplananların dünyası. O nedenle çirkin ve kötü. Saf kötülüğün her yere sindiği bir yer dünya. Deliler azaldıkça çirkinliğin arttığı, güzellik ve estetik diye pespayeliğin elimize tutuşturulduğu bir uzay-zaman-mekan dünya.

Çocukları öldürmenin normal, öldürenlerin ceza almasını istemenin delilik olduğu günler. Bunu istemek delilik çünkü “katiller ceza alsın” demek bile bu ülkede ölümü göze almakla eş hale geldi. Ölümler ve açlık normalleşiyor. Ölmek ve açlık normal, ölmemek ve tok olmak anormal. Tecavüz edilmek normal, sevişmek anormal.

Hırsızlık normal, dürüstlük anormal. Bir yerde ölümler normalleşmeye başlamışsa orası sadece koca bir toplama kampıdır o kadar. Geçen hafta yazdım. Agamben “Tanık ve Arşiv”de bu normalleşmeyi insanın gözüne soka soka anlatır. Peki Tanrı’nın bunca çocuğun öldürülmesine göz yumduğu bir dünyada normal kalmak mıdır evla olan, delirmek midir?

Normalleşme. Aslında bütün hikaye bunun üzerine kurulu. Bütün bir sistemin hikayesi yani. Sistemin varoluşu ve sürekliliği. Normalleştikçe kabul gören, kabul gördükçe alkışlananlarız. Yolda yürüyüşünüz normal olmalı, giyim kuşamınız, saçınızın kesimi, sakal tıraşınız, eteğinizin boyu. Devletin merkezine yaklaştıkça normalleşmeniz artar, devlete yaklaştıkça tek tipleşirsiniz. Kravat takarsınız. Devlet buna çok önem verir mesela. Akıllı çocuklar kravat takarlar. Eteğinizin boyu da devlet için ahlak meselesidir. Hatta ölüm kalım meselesi haline geldiği bile olur. Devlet kadın bacağından en çabuk tahrik olandır. O nedenle diz altı etek kullanılmasını sıkı sıkıya denetler. Bir kaza sonucu kolunu ve bacağını kaybetmiş bir milletvekiline zorla pantolon giydirerek korumaya alır ar’ını, namusunu. Öte yandan ekmek almaya giden çocuğun başına bir orduyla inip kafatasını kırıverir. Yeri gelir çocuk katilidir, yeri gelir tecavüzcüdür devlet.

Kravatlarınız çeşitlenir gün geçtikçe, bir de bakarsınız ki artık siz başkalarının etek boyunu dert eder olmuşsunuz. Bir de bakarsınız ki dünyanın en inandırıcı yalanlarını önce kendinize söylemeye başlamışsınız. Sokakta çocuklar yalnızca aşağılanmamak için, özgürlükleri için gösteri yaparken devletten önce taşı alıp siz atarsınız onlara. Utanmazlığınız ahlaksızlığınızla birleşiverir yerde yatan bir madenciye tekme atarken. İşte budur normalleşme, devletleşme. Kişinin bir devlet gibi düşünerek her geçen gün paçozlaşmasıdır bu. Normalleştikçe suratınız asılır, normalleştikçe asık suratı devlet asaleti sayan bir geri zekalılık örneği sergilemeye başlarsınız. Hareketleriniz yavaşlar, bakışlarınız donuklaşır.

Bir yerde normalleşme varsa orada bir emir veren mutlaka vardır. Ve kuraldır: Normal olan emir verendir. Normallik emir veren tarafından belirlenir. Ve her kim ki emir vermeye başlarsa kendi normalliğini de inşa etmeye başlamıştır. Oysa marjinal olan aslolandır. Marjinal olan ruhunu hayatın el değmemiş yerlerinden besleyebilendir. Hayatın tıkanmamış damarlarında kendi kanını yürütebilendir.

Bütün hikaye ve hayat bunun üzerine inşa edilmiştir. Normallik artıyorsa, rutinleriniz bile rutinleşir. Sıkıntılarınız ve yalnızlıklarınız tekleşir, aynılaşır. Aynı yalnızlıklar içinde boğulursunuz. Sistem önce bilginizi normalleştirir. Bildiklerinizi ayrıştırır. Öğrendiklerinizi ve öğreneceklerinizi ince ayrıntısına kadar kategorize eder. Bilmenin, öğrenmenin büyüsü piç edilir. Normalleşmek ve normalleştirmek bir sistemin ayakta kalabilmesinin tek yoludur. O nedenle bütün gücüyle marjinal ve radikal olanın, farkında olanın üzerine çöker devlet. Sokakta gördüğümüz on gömlekten sekizi birbirine benziyorsa, okuduğumuz on makaleden üçü beşi birbirinin aynıysa, aşık olduğunuz kadınlar ve erkekler birbirini tekrar ediyorsa bu dünyada işiniz bitmeye yakındır.

Normalleşmeyin. Çünkü normalleştikçe mürebbiye kılıklı kadınlarla, ambar memuru tipli erkekler arasındaki ilişkiler biçimi olur hayat. Sıkıcı ve bunaltıcı. Gri. Siz deliliği seçin. Çünkü delilik güzeldir, bitmez. Ve hiçbir delirmenin yıldönümü olmaz (Örneğin Gezi’nin de yıldönümü olmaz). Çünkü artık o bir süreklilik halidir ve bilinçli bir tercihtir.

Ali Murat İrat , irat2@yahoo.com

Dünyalılar
http://dunyalilar.org/delilik-bir-tercihtir.html