28 Nisan 2014 Pazartesi

Nazi Deneyimi - Emre Kongar

Fotoğraf: Nazi Deneyimi - Emre Kongar 

Ünlü öyküdür: Bir kurbağayı kaynar su dolu bir kaba atarsanız sıçrar ve kendini dışarı atar. Ama bir tencere soğuk suyun içine koyar ve suyu yavaş yavaş ısıtarak kaynatırsanız kurbağacık da haşlanarak ölür.

1. Tedrici olarak, yavaş yavaş iktidarı ele geçirme politikası.

Naziler, toplumda henüz yerleşmekte olan demokratik sistemin boşluklarından yararlanarak örgütlenmişler, iktidar yürüyüşlerini her fırsattan yararlanarak bir adım daha ileri götürmüşlerdir. Her adım bir sonraki adımın hazırlayıcısı olmuştur. Yavaş yavaş, tedricen güç kazanmışlar ve iktidarı böylece ele geçirmişlerdir.

2. Demokrasi, temel hak ve özgürlüklere dayalı bir rejim olarak değil, faşizmi davet eden biçimde, sadece "çoğunluğun yönetimi" olarak yorumlanmış ve çarpıtılmıştır.

Yalnızca oy mekanizmasının işlemesi, seçimlerin yapılması, Nazilerin yükselişinin demokratik sayılması için yeterli görülmüştür. Naziler demokratik sistemin sadece oy mekanizması olarak çarpıtılmasını kendi amaçları için çok güzel kullanmışlardır.

3. Eğitim ve örgütlenme etkinlikleri Naziler tarafından son derece etkin bir biçimde kullanılmıştır.

Özellikle çocuklar ve gençler arasındaki örgütlenmeye önem verilmiş, tüm toplum, milli eğitim olanakları kullanılarak gençler ve çocuklar aracılığıyla etkilenmiştir. Son kertede, beyinleri Nazi ideolojisiyle yıkanmış olan çocuklar ve gençler, kendi ailelerini ihbar etmek için bile kullanılmıştır.

4. Nazilere karşı çıkanlar yavaş yavaş temizlenmiştir.

Hitler karşıtları, komünistler dışında, hiçbir zaman örgütlenme ve güçlenme şansı bulamamışlar, teker teker tasfiye edilmişlerdir. Naziler, örgütsüz grupların, bireylerin ilgisizliğinden, demokratik bilincin yetersiz oluşundan çok büyük ölçüde yararlanmışlardır.

Başta Hitler'e destek vermiş olan ama sonradan onun zulmüne karşı çıktığı için toplama kamplarına yollanan Alman Protestan Rahip Friedrich Gustav Emil Martin Niemoller'e atfedilen şu sözler süreci çok iyi özetlemektedir:

"Önce komünistler için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben komünist değildim.
Sonra sendikacılar için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben sendikacı değildim.
Sonra Yahudiler için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben Yahudi değildim.
Sonra Çingeneler için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben Çingene değildim.
Sonra benim için geldiler.
Kimse sesini çıkarmadı.
Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı."

5. Zulmün Yahudi soykırımıyla doruk noktasına çıkmasında, İkinci Dünya Savaşı çok önemli bir rol oynamıştır.

Ülkenin bir "savaş durumu" içinde bulunması, her türlü millliyetçi duyguların aşırı biçimde kullanılmasına, "ihanet" kavramı üzerine dayalı propagandanın muhalefeti bütünüyle susturmasına yardımcı olmuştur. Naziler savaş koşullarını, tüm toplumu boyundurukları altına almakta tam bir araç olarak kullanmışlardır.

Orduyu, kendi polis örgütleri olan SS'ler aracılığıyla tam bir siyasal denetime almış ve doğrudan doğruya sadece savaşa odaklanmasını sağlamışlardır.

6. Siyasal ve toplumsal propaganda en ileri tekniklerle, en yaygın ve en şiddetli biçimiyle, toplumun beyninin yıkanması için kullanılmıştır.

Bu çerçevede radyo, önemli bir iletişim kanalı olarak Naziler tarafından çok iyi kullanılan bir araç olmuştur. Başında Goebbels'in olduğu bir Propaganda Bakanlığı kurulmuş ve bu bakanlık bütün iletişim kanallarını denetleyerek tüm toplumu boyunduruğu altına almıştır. 

7. Toplu cinayetler, toplama kampları, gaz odaları, fırınlar, toplumda açık ve şeffaf biçimde, meşru ortamlarda tartışmaya konu edilmemiştir.

Bu konudaki çabalar derhal engellenmiş, cinayetlerin üstü örtülmeye çalışılmıştır. Böylece pek çok kişinin "Görmedim", "Duymadım", "Bilmiyorum" gibi bahanelere sığınarak ilgisiz kalması sağlanmıştır.

8. Dönem, Avrupa'da ve özellikle de Almanya'da ırkçılık felsefelerinin yükseliş dönemidir.

Hitler tüm ideolojisini Alman ırkının üstünlüğüne dayamıştır. Soykırım, temel olarak asil ve yüce bir değer biçiminde takdim edilen "Germen ırkçılığından" kaynaklanan bir uygulama olarak sunulmuştur. Yahudi soykırımının arkasında "Üstün Irk" ideolojisi, Germen ırkçılığı vardır. 

9. Almanlara yeni bir "Dünya Devleti" ve "Dünya Düzeni" vaadi, Hitler'in en etkili ideolojik silahı olmuştur.

Toplumsal çapta uygulanan soykırım, ülke sınırlarını da aşan daha büyük ve daha yüce bir "evrensel dünya düzeni" çerçevesinde ele alınmıştır. İnsanların tarih ve "insanlık" bilinci, "Germen ırkçılığı" çerçevesinde yeni bir tarih ve yeni bir insanlık ideali adına saptırılmış ve zulüm için kullanılmıştır.

10. Adalet sistemi "Germen ırkçılığı" çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir.

Yargı sistemi ve yargıçlar, "Nasyonal Sosyalizmin" birer uygulayıcısı, birer ajanı haline getirilmiştir. Yargıçların, kendilerini "Führer'in yerine koyarak karar vermeleri" istenmiştir.

11. Bilimin, sanat ve kültürün her alanı, adaleti de kapsayacak bir biçimde bu "yeni ideoloji", "yeni dünya düzeni" çerçevesinde yönlendirilmiş, toplum, bu kanallar aracılığıyla da manipüle edilmiştir. Sinema, mimari gibi alanlar bile yeni Nazi İmparatorluğu'nun birer simgesi, birer "ideoloji taşıyıcısı" haline getirilmiştir.

12. Yahudi "tehlikesi", evrensel bir "dünya tehdidi" olarak ele alınmıştır.

Bu "tehlike" (!) sadece dinsel ve tarihsel olarak değil, güncel ve siyasal olarak da, gerektiğinde yapay düzenlemeler ve sahte eylemlerle de desteklenerek büyütülmüştür.

İktidar, üzerinde anayasal, demokratik, kurumsal denetimlerin olmadığı bir toplumda, yalnız ve korumasız kalan halkın bir bölümünü korkutarak, bir bölümünü satın alarak, bir bölümünü de ikna ederek, gayrimeşru iktidarını demokratikmiş gibi yutturabilir.

Üstelik Naziler, ünlü Reichstag komplosuyla iktidarlarını perçinleyen seçimlere de muhalefeti tasfiye ederek gitmişlerdir.

Zaten bir kez iktidara geldikten sonra çeşitli komplolar, baskılar ve propagandalarla toplumu yönlendirmişler, bu arada sıkı bir örgütlenmeyle eğitimi ve orduyu denetime almışlardır. Bütün bu yaptıklarını da, "seçilmişlerin" meşruiyeti adına ve siyasal iktidar-devlet özdeşliği içinde "devlet olarak" halka zorla da olsa benimsetmişlerdir.

Nitekim, Batı demokrasileri, Nazilerin demokrasiyi bu biçimde yozlaştırmasından ve zulüm aracı yapmasından ders almış, bir daha böyle bir saptırmanın ve zulmün yaşanmaması için anayasa mahkemeleri başta olmak üzere pek çok anayasal denetim mekanizması getirmiştir. Tabii bunların başında da yargı bağımsızlığı gelir.

Unutulmamalıdır ki Hitler ve Humeyni de yargıyı ele geçirdikten sonra iktidarlarını iyice pekiştirmiş ve demokrasiyi rafa kaldırarak kendi rejimlerini kurmuşlardır.

Günümüz demokrasilerinde, kazanılan hiçbir seçim veya hiçbir referandum, iktidarların bağımsız yargı üzerinde egemenlik kurmalarını meşru kılamaz! Hiçbir seçim, hiçbir referandum, muhalefet hakkını yok edemez! Hiçbir seçim, hiçbir referandum, bu iktidarın zulmünü meşru kılamaz!

Zalim iktidarlar, seçimlerin ya da referandumların arkasında saklanamaz; sadece seçime ya da referanduma dayalı demokrasi olamaz!
.
Nazi Deneyimi - Emre Kongar

Nazi Deneyimi - Emre Kongar 

Ünlü öyküdür: Bir kurbağayı kaynar su dolu bir kaba atarsanız sıçrar ve kendini dışarı atar. Ama bir tencere soğuk suyun içine koyar ve suyu yavaş yavaş ısıtarak kaynatırsanız kurbağacık da haşlanarak ölür.

1. Tedrici olarak, yavaş yavaş iktidarı ele geçirme politikası.

Naziler, toplumda henüz yerleşmekte olan demokratik sistemin boşluklarından yararlanarak örgütlenmişler, iktidar yürüyüşlerini her fırsattan yararlanarak bir adım daha ileri götürmüşlerdir. Her adım bir sonraki adımın hazırlayıcısı olmuştur. Yavaş yavaş, tedricen güç kazanmışlar ve iktidarı böylece ele geçirmişlerdir.

2. Demokrasi, temel hak ve özgürlüklere dayalı bir rejim olarak değil, faşizmi davet eden biçimde, sadece "çoğunluğun yönetimi" olarak yorumlanmış ve çarpıtılmıştır.

Yalnızca oy mekanizmasının işlemesi, seçimlerin yapılması, Nazilerin yükselişinin demokratik sayılması için yeterli görülmüştür. Naziler demokratik sistemin sadece oy mekanizması olarak çarpıtılmasını kendi amaçları için çok güzel kullanmışlardır.

3. Eğitim ve örgütlenme etkinlikleri Naziler tarafından son derece etkin bir biçimde kullanılmıştır.

Özellikle çocuklar ve gençler arasındaki örgütlenmeye önem verilmiş, tüm toplum, milli eğitim olanakları kullanılarak gençler ve çocuklar aracılığıyla etkilenmiştir. Son kertede, beyinleri Nazi ideolojisiyle yıkanmış olan çocuklar ve gençler, kendi ailelerini ihbar etmek için bile kullanılmıştır.

4. Nazilere karşı çıkanlar yavaş yavaş temizlenmiştir.

Hitler karşıtları, komünistler dışında, hiçbir zaman örgütlenme ve güçlenme şansı bulamamışlar, teker teker tasfiye edilmişlerdir. Naziler, örgütsüz grupların, bireylerin ilgisizliğinden, demokratik bilincin yetersiz oluşundan çok büyük ölçüde yararlanmışlardır.

Başta Hitler'e destek vermiş olan ama sonradan onun zulmüne karşı çıktığı için toplama kamplarına yollanan Alman Protestan Rahip Friedrich Gustav Emil Martin Niemoller'e atfedilen şu sözler süreci çok iyi özetlemektedir:

"Önce komünistler için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben komünist değildim.
Sonra sendikacılar için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben sendikacı değildim.
Sonra Yahudiler için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben Yahudi değildim.
Sonra Çingeneler için geldiler.
Sesimi çıkarmadım.
Çünkü ben Çingene değildim.
Sonra benim için geldiler.
Kimse sesini çıkarmadı.
Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı."

5. Zulmün Yahudi soykırımıyla doruk noktasına çıkmasında, İkinci Dünya Savaşı çok önemli bir rol oynamıştır.

Ülkenin bir "savaş durumu" içinde bulunması, her türlü millliyetçi duyguların aşırı biçimde kullanılmasına, "ihanet" kavramı üzerine dayalı propagandanın muhalefeti bütünüyle susturmasına yardımcı olmuştur. Naziler savaş koşullarını, tüm toplumu boyundurukları altına almakta tam bir araç olarak kullanmışlardır.

Orduyu, kendi polis örgütleri olan SS'ler aracılığıyla tam bir siyasal denetime almış ve doğrudan doğruya sadece savaşa odaklanmasını sağlamışlardır.

6. Siyasal ve toplumsal propaganda en ileri tekniklerle, en yaygın ve en şiddetli biçimiyle, toplumun beyninin yıkanması için kullanılmıştır.

Bu çerçevede radyo, önemli bir iletişim kanalı olarak Naziler tarafından çok iyi kullanılan bir araç olmuştur. Başında Goebbels'in olduğu bir Propaganda Bakanlığı kurulmuş ve bu bakanlık bütün iletişim kanallarını denetleyerek tüm toplumu boyunduruğu altına almıştır.

7. Toplu cinayetler, toplama kampları, gaz odaları, fırınlar, toplumda açık ve şeffaf biçimde, meşru ortamlarda tartışmaya konu edilmemiştir.

Bu konudaki çabalar derhal engellenmiş, cinayetlerin üstü örtülmeye çalışılmıştır. Böylece pek çok kişinin "Görmedim", "Duymadım", "Bilmiyorum" gibi bahanelere sığınarak ilgisiz kalması sağlanmıştır.

8. Dönem, Avrupa'da ve özellikle de Almanya'da ırkçılık felsefelerinin yükseliş dönemidir.

Hitler tüm ideolojisini Alman ırkının üstünlüğüne dayamıştır. Soykırım, temel olarak asil ve yüce bir değer biçiminde takdim edilen "Germen ırkçılığından" kaynaklanan bir uygulama olarak sunulmuştur. Yahudi soykırımının arkasında "Üstün Irk" ideolojisi, Germen ırkçılığı vardır.

9. Almanlara yeni bir "Dünya Devleti" ve "Dünya Düzeni" vaadi, Hitler'in en etkili ideolojik silahı olmuştur.

Toplumsal çapta uygulanan soykırım, ülke sınırlarını da aşan daha büyük ve daha yüce bir "evrensel dünya düzeni" çerçevesinde ele alınmıştır. İnsanların tarih ve "insanlık" bilinci, "Germen ırkçılığı" çerçevesinde yeni bir tarih ve yeni bir insanlık ideali adına saptırılmış ve zulüm için kullanılmıştır.

10. Adalet sistemi "Germen ırkçılığı" çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir.

Yargı sistemi ve yargıçlar, "Nasyonal Sosyalizmin" birer uygulayıcısı, birer ajanı haline getirilmiştir. Yargıçların, kendilerini "Führer'in yerine koyarak karar vermeleri" istenmiştir.

11. Bilimin, sanat ve kültürün her alanı, adaleti de kapsayacak bir biçimde bu "yeni ideoloji", "yeni dünya düzeni" çerçevesinde yönlendirilmiş, toplum, bu kanallar aracılığıyla da manipüle edilmiştir. Sinema, mimari gibi alanlar bile yeni Nazi İmparatorluğu'nun birer simgesi, birer "ideoloji taşıyıcısı" haline getirilmiştir.

12. Yahudi "tehlikesi", evrensel bir "dünya tehdidi" olarak ele alınmıştır.

Bu "tehlike" (!) sadece dinsel ve tarihsel olarak değil, güncel ve siyasal olarak da, gerektiğinde yapay düzenlemeler ve sahte eylemlerle de desteklenerek büyütülmüştür.

İktidar, üzerinde anayasal, demokratik, kurumsal denetimlerin olmadığı bir toplumda, yalnız ve korumasız kalan halkın bir bölümünü korkutarak, bir bölümünü satın alarak, bir bölümünü de ikna ederek, gayrimeşru iktidarını demokratikmiş gibi yutturabilir.

Üstelik Naziler, ünlü Reichstag komplosuyla iktidarlarını perçinleyen seçimlere de muhalefeti tasfiye ederek gitmişlerdir.

Zaten bir kez iktidara geldikten sonra çeşitli komplolar, baskılar ve propagandalarla toplumu yönlendirmişler, bu arada sıkı bir örgütlenmeyle eğitimi ve orduyu denetime almışlardır. Bütün bu yaptıklarını da, "seçilmişlerin" meşruiyeti adına ve siyasal iktidar-devlet özdeşliği içinde "devlet olarak" halka zorla da olsa benimsetmişlerdir.

Nitekim, Batı demokrasileri, Nazilerin demokrasiyi bu biçimde yozlaştırmasından ve zulüm aracı yapmasından ders almış, bir daha böyle bir saptırmanın ve zulmün yaşanmaması için anayasa mahkemeleri başta olmak üzere pek çok anayasal denetim mekanizması getirmiştir. Tabii bunların başında da yargı bağımsızlığı gelir.

Unutulmamalıdır ki Hitler ve Humeyni de yargıyı ele geçirdikten sonra iktidarlarını iyice pekiştirmiş ve demokrasiyi rafa kaldırarak kendi rejimlerini kurmuşlardır.

Günümüz demokrasilerinde, kazanılan hiçbir seçim veya hiçbir referandum, iktidarların bağımsız yargı üzerinde egemenlik kurmalarını meşru kılamaz! Hiçbir seçim, hiçbir referandum, muhalefet hakkını yok edemez! Hiçbir seçim, hiçbir referandum, bu iktidarın zulmünü meşru kılamaz!

Zalim iktidarlar, seçimlerin ya da referandumların arkasında saklanamaz; sadece seçime ya da referanduma dayalı demokrasi olamaz!
.
Nazi Deneyimi - Emre Kongar