20 Nisan 2014 Pazar

YAŞAM VE ÖLÜM -2- / Mahmut Ayaz yazdı…


Çevremdeki yoz ve uyuz entel-dantel (entelektüel değil!) güruha
Yaşantılarınız ve aşklarınız parantez içine alınmış ünlem ve soru işaretleriyle, üstü çizilmiş satırlarla dolu bir müsvedde. Çıldırtan bir kısırdöngü. Bir yerlere gitmeye çalışırken, dönüp dolaşıp hep kendinize, yanlışlarla dolu kendinize çıkıyorsunuz. Çıkmaz sokak! Çıksa da, ya da çıksa çıksa yanlışlara çıkan çıkmaz sokak. Hiç kimseye çıkmıyor, hep kendinize çıkıyorsunuz. Biçim olarak değişseniz de, öz olarak hep aynı kalıyorsunuz. Eteklerinizde sakladığınız sabun köpüğü gibi ilişkileri/taşları dökün artık ve evinizin önünü süpürmeyi ihmal etmeyin artık. Yoksa bok götürecek sizi, yoksa boğulacaksınız.
 
Bedenin bedenle sevişmesi aşk değildir. Tenin tene sürtünmesiyle aşk yeşermez; öğrenin artık. Bedenin bedene aşkı, doyurulmamış şehvetten başka nedir ki? Bedenin şehvetini boşuna doyurmaya çalışmayın, ki, bedenin şehveti doyurulmaz. Bedenin şehvetinin doyumu hep anlıktır. Boş ve boşuna arayışlarda tenzil-i rütbeye uğramayın. Teninizi boşuna pörsütmeyin. Aslolan yüreğin şehvetinin doyurulmasıdır. Yüreğin şehvetini doyuracak biricik şey, gerçek sevgidir. Bedeninizi konuşturursanız nesne, yüreğinizi konuşturursanız özne olursunuz. Bedeninizin değil, yüreğinizin dilini konuşturun. İşte o zaman hayatın yüzüyle değil, hayatın özüyle örtüşürsünüz. Doyumsuz tenlerinize kezzap dökün artık. Kör yüreklerinizi ister bıçaklayın, ister parçalayın ama kanatın, sarsın ve tahrip edin. Şu kör, sağır ve dilsiz yüreklerinize ulaşın ve ona aşkı öğretin artık. Apış aralarınız değil, yürekleriniz ve beyinleriniz zonklasın artık.
 
Sizi, kendinizi öldürmeye davet ediyorum. Evet, yıkın, yerle bir edin kendinizi, öldürün, devirin, devrim yapın ve yeniden yaratın kendinizi. Varolan bir şeyi değiştirin demiyorum; bu reformizmdir. Yıkın ve yeniden yaratın. İşte bu devrimdir. Sizi devrime davet ediyorum. Her gün onursuzca öleceğinize, bir gün onurluca ölün ve yeniden dirilin onurunuzla.
 
Madalyonun iki yüzü: ölüş ve diriliş. Madalyonu ters çevirin. Bu davet, cinnete ve cinayete değil, cennete çağrıdır. Tanrının cenneti değil ama sizin cennetiniz. Tanrının cenneti gibi kendisi de yalandır, gerçek olan insandır ve insanın cennetidir/insanın kuracağı cennettir. Sizi kendinizi öldürmeye davet ediyorum. Yoksa kendinize ne yüzle bakacaksınız? Üç günlük ömürde üç kuruşluk yaşanmaz ki!
- 3 –
İnsana en çok koyan nedir, biliyor musun Arkadaşım? Her kulağa göre ağız olmayan, her ağıza göre kulak olmayan, nabza göre şerbet vermeyen, dürüstlüğü ve içtenliği yaşamının/ilişkilerinin temeline oturtmuş ve neredeyse soyu tükenmekte olan ve aslında koruma altına alınması gereken nev-i şahsına münhasır bir insana, insani vasıfları çoktan yitirmiş ve ahlaki değerleri terk etmiş birinin ya da birilerinin kalkıp etik değerler üzerine söylev çekmesi, ders vermeye kalkışması ya da çamur atması hangi akla, hangi mantığa, hangi insanlığa sığar? Adına insan denen canlı varlık dışında, hangi canlı varlık bu denli cahil ve aptal, bu denli zalim ve zorba, bu denli zayıf ve bağımlı ve bu denli alçak ve aşağılık olabilir? Yalancılık ve ikiyüzlülük başta olmak üzere, hemen her türlü aşağılık tavır ve davranış tarzı üzerine birbirleriyle yarışarak ittifak ediyorlar. Ah ülkem, sen cinnet ve cinayetler, etik ve estetik bir yıkım ülkesisin artık.
 
Yaşam, bu insanların nüfus cüzdanlarından ibaret. Nüfus cüzdanları, yani tek başınalıkları, adları, adresleri, doğdukları ve yaşadıkları kentler gibi yalnızlıkları… Bir kabile ruhuyla hareket eden bu güruh, birer yalnızlıklar kolonileri kurmuşlardır yalnızlıklarını inkar üzerine. Her kulağa göre ağız ve her ağıza göre kulak oluşları bundandır. İkiyüzlülüğe, yalana, sahteliğe sığınarak, yalnızlıklarını diğer yalnızlıkların yanına koyuyorlar. Diğer yalnızlıklarla her konuda müttefik oldukça da yalnızlıkları çoğalıyor. Bir yanlışı bir diğer yanlışla ortadan kaldırmak mümkün müdür Arkadaşım? Evet demenin kolaylığını, hayır demenin zorluğuna tercih edenler ve böyle diyerek başkalarını kazanırken kendilerini kaybedenler, bunu nereden ve nasıl bilebilirler ki! Siyasal, duygusal, düşünsel v.b. her açıdan körlüğün karanlığına yuvarlanmışlardan ne beklenebilir ki? Yalnızca bir şey beklenir ve de hep bunu yaparlar zaten; tuttuklarını bırakmazlar. Oysa tuttukları, yalnızlıklarını gidermek için yapıştıkları başka yalnızlıklardır. Bunu bilmezler. Çünkü görmezler. Hem de her açıdan ve güruh halinde kördürler. Tek kurtuluşları yalan yanlış ömürlerini kendilerince yaşayabildikleri kadar yaşamak, yani intiharı zamana yaymaktır. Kendini yitirmiş, kendisi olamamış ve durmadan başkası olan, sürünün nicel görkemiyle kendinden geçmiş olan ve yok olan bir müritten ne beklenebilir ki? Omuzlarının üzerinde kendi kafasını taşımayan insan, insan mıdır ya da ne kadar insandır Arkadaşım?
* * *
Hüznümü daha fazla kanatma artık Arkadaşım. Şu anda, şimdi dünyanın dört bucağında zalimler ortalığı kan ve ateşe boğarken, yani yüreğimi kan ve ateşe boğarken, bir de sen hüznümün kanını dökme Arkadaşım. Hüznümün kanının akması, içimdeki çocuğun gözyaşlarının akmasıdır. İçimdeki çocuğu daha fazla hırpalayıp örseleme Arkadaşım. Ben insan olmanın bedelini çoktan ödedim. Hem de çok ağır ödedim. Şimdi, bu bedeli çok ağır ödenerek kazanılmış insanı, çok basit, çok ucuz, çok çirkin, hatta çok bayağı bir üslupla karalamaya çalışmak hangi vicdana sığar ki Arkadaşım.

Ha sahi siz hiç insan olmayı denediniz mi? Denemediyseniz niçin bir ‘insana’ saldırıyorsunuz? Saldırıyorsunuz, çünkü insan değilsiniz. Çünkü, bir insanın varlığı size insan olmayışınızı anımsatıyor. İşte bu yüzden bir insana tahammül edemiyorsunuz. Onu yok ederek, kendinizi var etmeye çalışıyorsunuz. Oysa eğer onu yok ederseniz, kendiniz de her açıdan tamamen yok olacaksınız. İnsan olmanın da, insanlıktan çıkmanın da bir bedeli vardır ve herkes bu bedeli öder Arkadaşım! Siz sistemin mamûlü malûl mantaliteliler, siz hiçbir zaman başınız dik gezemeyeceksiniz. Zamanın zulmüne uğrayacak olan o utanmaz başınız, birer birer düşecek omuzlarınıza. Şimdilik hüküm veren ve hüküm süren sizsiniz. Başta hayatın olmak üzere, her şeyin profesörü ve profesyoneli sizsiniz! Size göre sizin dışınızdakiler amatör bile değil. Kiralık hüzünlere ve sahte neşelere boğulanlar, hüznün katmerlisini, neşenin içtenliklisini ve en alasını nereden ve nasıl bilebilirler ki? Satılanlar ve satın alanlar, kiraya verenler ve kiralayanlar beni anlamazlar. Onların gözleri kör, kulakları sağırdır. Onların, duyabilen ve görebilen tek organları apış aralarıdır. Sağılmayan süt kururmuş derler, sakın ha o pis sütünüzü kurutmayın. Desem de, demesem de kurutmayacak, hep birilerine o pis sütünüzü gururla sağdıracaksınız. Amma da gururluymuşsunuz. Gururun g’sinden bile habersiz olanların gururunu sevsinler.
* * *
Sen eskiden böyle değildin Arkadaşım. Sen eskiden utanırdın. Yüzün de, gözlerin de utanırdı. Zehir zemberek ağlamayı da, şen şakrak gülmeyi de bilirdin. Sen eskiden ne iyi insandın. Oysa şimdi insanın i’si bile yok. Ne çabuk yitirdin insanlığını? Ne çabuk öldün?! Bir insan bu kadar çabuk, bu kadar kolay ölebilir mi? Bir insan insanlığını bu kadar çabuk yitirebilir mi? Yitirebiliyorsa o zaman insan değildir. Kendisini insan diye yutturan da insan değildir. İnsana hakaret eden, insana iftira eden, insanı inkar eden, adını koyamadığım bir varlıktır. İnsanlık dışı tüm semptomların mevcut olduğu bir varlıktır. Yüzü kızaran tek varlık hangisidir? Utanmayana, yüzü kızarmayana insan denir mi Arkadaşım?
* * *
Niçin bu kadar çamaşır değiştiriyor ve niçin her çamaşırınızı saklıyorsunuz? Ne kadar yıkasanız da çamaşırlarınız kirlidir! Biliyorsunuz. Bildiğiniz halde durmadan yıkıyorsunuz. Boş ve boşuna bir çaba! Bunu da biliyorsunuz. Her şeyi bile bile yapıyorsunuz. Her şeyi bile bile niçin yapıyorsunuz? Hem bunu, bütün (kirli ya da kirsiz) çamaşırlarınız apaçık ortadayken yapıyorsunuz. Tüm bunları niçin yapıyorsunuz? Kayıplarınızı kazanç göstererek ne kazanıyorsunuz? Kazandığınızı sandıkça kaybediyorsunuz. Hep kaybedeceksiniz. Siz hiç insan olmadınız ki. Azerice deyimle, siz iki eşeğin arpasını bile bölemiyorsunuz. İki eşeğin arpasını bölemeyenler, bırak yüreğini tamamen vermeyi, yüreklerini nasıl bölebilirler ki? Bölüşmenin, paylaşmanın hazzını siz nereden bileceksiniz! Çok ama çok ucuz çıkarsal kaygıların ve korkuların bataklığında çırpınan ve herkesi aptal sanan salak kurnazların başta aşk olmak üzere tüm ilişkileri hesaplı-kitaplı birer alışverişten başka nedir ki? Durmadan, usanmadan sinsice üstünü örtmeğe çalıştığınız irinli yaralarınızdan, incinmiş onurunuzdan, kurumuş, kusmuklaşmış, kurumlaşmış bunalımlarınızdan, hiç gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek olan düşlerinizden, utanç denen duygunun bir kez olsun yansımadığı yüzlerinizden, eşsiz ve çocuksuz geçen kronik sevgisiz ve kısır hayatlarınızdan ne kalacak geriye? Yıkıntılar üretmekten başka ne yaptınız ki? Yaşadıklarınız, kurumuş bir bok enkazı olarak anımsanmaya değdi mi bari?
Yaşantılarınızın, yaşamlarınızın ve onurlarınızın bok enkazı altında kalmasına değdi mi Arkadaşım?
 
Mahmut Ayaz
telgrafhane.org