Mehmet Güreli - KİMSE BİLMEZHer kelimesi ayrı bir güzel omer hayyam şiiri, her vurgusu insanı daha bir vuran mehmet güreli şarkısı. pek bir güzeldir. her dinlenişte tüyleri diken diken ediyor...
Posted by Gazi Çağdaş on 20 Kasım 2015 Cuma
30 Aralık 2015 Çarşamba
Mehmet Güreli - KİMSE BİLMEZ
Her kelimesi ayrı bir güzel omer hayyam şiiri,
her vurgusu insanı daha bir vuran mehmet güreli şarkısı.
pek bir güzeldir. her dinlenişte tüyleri diken diken ediyor...
17 Ekim 2015 Cumartesi
Metin ELOĞLU - UYAN
Hadi uyan Gün ışığı çilemeye başladı başucunda Denizler bir mavilik edindi günden Seher yeline uyup kuşlar tüneğine uçtu Bu türküyü dinlemeyecek misin Hadi uyan Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine Yoksul olsan da uyan Garip olsan da uyan Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için Madem ki iyisin, iyiliği yaşatmak için Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için Hadi uyan Denizi dinle yaşamak desin Toprağı dinle barışmak desin Göğü dinle sevişmek desin Bir plak konmuş gramofona İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü Uyan diyor, uyansana Hadi uyan Sevdiğim uyan N'olur uyan Metin Eloğlu
2 Ekim 2015 Cuma
22 Eylül 2015 Salı
Yönetimin bir suçlu veya hırsız tarafından garanti altına alındığı bir cumhuriyette onurlu insanların öldürülmesi veya hapsedilmesi olağandır...
Fidel Castro / 13 Ağustos 1926
birazdan kudurur deniz
birazdan dalgaların sırtından
üst üste fışkıran rüzgarlar
bir intikam gibi saldırınca üstüne.
yüzüne şarkılar çarpar, yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın
sen artık, sen artık buralarda duramazsın.
Yusuf Hayaloğlu
18 Eylül 2015 Cuma
17 Eylül 2015 Perşembe
Şükrü Erbaş...../ Pervane
“Çığlığı yansıtmayan tek bir dize var mıdır?” (Aragon)
"Ve biz bulutlara gömdük çocuklarımızı
Ve biz çocuklarının kirpiklerine astık babalarını
Ve biz başkasını öldürenden hayat bekledik kendimize
Ve biz katilimizle geleceğe şarkılar söyledik
Ve biz yoksulluğun acısından sessizce uzaklaştık
Ve biz kadınlarımızı arzularından tavanlara astık
Var mıdır gerçekten tek bir dize
İnsanın haysiyetinden doğmamış olsun…"
Şükrü Erbaş
15 Eylül 2015 Salı
-1-
Onlar,
Toprakların, suların ve cevherlerin,
Okyanuslar aşan gemilerin,
Ve kan revan tersanelerin,
Fabrikaların, işliklerin
Ve toplu mezar madenlerinin
sahipleri.
Onlar,
Çizdikleri sınırların
Ve içine hapsettikleri ülkelerin;
Mülkün ve mülkiyenin
Kutsadıkları düzenin
egemenleri.
Onlar,
İktidar müptelaları
Işıltılı dünyaların müdavimleri
Holdinglerin CEO’ları
Hükümetlerin bakanları,
Modern çağın firavunları.
Onlar,
Cesetlerimize üşüşen çakallar,
Göğü delen saraylara kurulmuşlar.
Yerküreye tepeden bakar,
İlahi takdir buyururlar.
Onlar,
Kara elmas için bizleri
Ölüm çukurlarına sokarlar
30 canımızı bizden alır
32 dişleriyle sırıtırlar
Onlar,
Yalan söylerken sıkılmazlar! Utanmazlar!
“Önlemler alınmıştır” lakin
“Ölüm madencinin kaderidir” buyururlar.
Pişkindirler! Yüzsüzdürler! Namussuzdurlar!
Cesetlerimizin ardından “vah vah” duası okurlar!
Sermayeleri, kârları, rantları
Kahrolası iktidarları…
İnsaftan gayrı
Her şey onların;
Taaa ki biz,
“Kusturdukları kan
Burnumuzdan damlayan ter
Sofralarına meze olmasın,
Artık yeter!”
Deyinceye kadar…
-2-
Kardeşler!
Hayatta kalan kardeşlerimiz!
540 metre derinde
Karanlık dehlizlerde
Kömürleşen bedenlerimiz
Artık yalnız değil!
Ayrı ayrı yaşadık ama
Hep beraber öldürüldük!
Yaşarken de kaderimiz ortaktı aslında
Ama biz, ölünce anladık bunu.
30 kişi değiliz burada,
Tam sayımızı bilemiyoruz; yüz binlerceyiz.
Bursa madenlerinden 19 arkadaş
Ve daha tanımadığımız binlerce madenci
Ölüm kapısında sessizce karşıladılar bizi.
18 Mayısta Rusya madenlerinden gelen 13 arkadaşı da,
hep beraber karşıladık.
Binlerce Çinli var burada,
Ne fark eder ki, hepimiz işçiyiz.
Ölülerin milliyeti yokmuş yerin altında!
Kardeşler,
Biz çok şey öğrendik öldükten bu yana.
Onları ve çarkı tanıdık.
Bize hayat hakkı tanımayan çarkı…
Meğer bizmişiz o çarkı döndüren!
Sessizce düşünüp sessizce anlaşıyoruz
Ve daha çok şeyleri anlıyoruz…
Yerin altında birleşen yüz binlerce can
Bilseydik bunları,
Yani birleşseydik şayet,
ölmeden evvel,
Şimdi burada olur muyduk?
Çarkı durdururduk,
Kırardık,
Alt ederdik firavunların düzenini!
Bizim hayıflanmamızın
Sizin gözyaşlarınızın
Faydası yok artık.
Şimdi çıkmaz sesimiz
Lakin sessizce
Çıt çıkarmadan anlaşıyoruz birbirimizle…
Ey sözümüzü yüreklerinde duyanlar!
Anlatın bizim neden öldüğümüzü herkese,
Anlatın firavunların çarkını,
“Ölünce birleşen madenciler,
Patlamaların alevleriyle değil
Yaşarken birleşemediklerine yanıyorlar” deyin.
Ölmeden birleştirin madencileri
Ve tüm işçi kardeşlerimizi,
Deyin ki onlara,
“Birleşmezsek şayet,
firavunların saltanatı sürecek”
“Kara elmas köleleri
can vermeye devam edecek”
İstanbul’dan bir işçi / 30 Maden İşçisinin Sözü
13 Eylül 2015 Pazar
Paramparça ڪے Hasret Gültekin
Benim her günüm karalı
paramparça olsun dünya
Üstünde gamlar dolanır
döne dursun çarkın dünya
Fezai der n'olacağım
Fezai der n'olacağım
bent boynumda öleceğim
Mezarda da diyeceğim
Mezarda da diyeceğim
dönmez olsun çarkın dünya !
[ Fezai ]
[ Fezai ]
Haydar Ergülen / ANNE
Sahi senden mi doğdum anne
Yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken
bir insandan mı doğar bir çocuk
Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı
Kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa
Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu
Bu kez dağlar doğursun beni anne
Sen de ılık bir yağmur ol
Durmadan yağ kanayan yerlerime
Haydar Ergülen / ANNE
Mahmud Derviş / Ülkem bir mezarlık
baylar, ülkemizi
bir mezarlığa çevirdiniz
kafalarımıza kurşunlar gömdünüz
ve katliamlar yaptınız.
baylar, böylesine bir şey
hesabı tutulmadan kalmaz
halkımıza tüm yaptıklarınız
defterlerimizde kayıtlı....
Mahmud Derviş / Ülkem bir mezarlık
Ruhi Su / Irmak
Ağaç demiş ki baltaya
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden
Bunca analar ağlayıp durur da
Akıp gider gelinciklerden
Kör müdür sağır mıdır bu ırmak
Ölen ben, öldüren benden
Her yerde böyle olmuş bu
Önce dağa, taşa, ağaca söyletmiş halk
Sonunda sabahın bir yerinden
Uyanıp kalmış ayağa ırmak
Ölen ben, öldüren benden
Ruhi Su / Irmak
Devrimci sol savunması.
12 Eylül'ün nasıl bir toplum yarattığı
yapılan iki deneyin gözlemleriyle ortaya çıkmıştır.
Birincisinde, Nazi askerlerinin kıyafetlerini giyen ve Almanca-Türkçe karışımı konuşan tiyatrocular,
istanbul Beyoğlu'nda kimlik kontrolüyapmış, istisnasız herkes uymuş, hiçbir tepki gösterilmemiştir.
ikincisinde ise, yine istanbul'un kalabalık bir caddesinde sivil giyimli kişiler,
kendilerine sivil polis havası vererek, komutla caddedeki tüm insanları yere çömeltmiş,
daha sonra kentin değişik yerlerinde insanlara
''şu duvarı tut devrilmesin!'' gibi en anlamsız şeyleri yaptırmışlar, yine itiraz eden, tepki gösteren olmamıştır.
Devletin resmi güçlerinin militarizmi nasıl yaydıklarını ve topluma emir-komuta ile yönetilme alışkanlığını
nasıl benimsettiklerini, kolluk kuvvetlerinin baskı-terör- işkence uygulamalarının toplumu ne hale getirdiğini
en iyi bu iki örnek anlatıyor. Elbetteki bu örnekler cuntacıları memnun etmiştir.
Hedeflerine ulaştıklarını; kışla disiplinini topluma hakim kılmakta başarılı olduklarını görmüşler,
göğüsleri kabarmıştır.
Güce tapan kişilikleriyle, bu onlara yaraşır, ama hiç kimsenin istanbul gibi bir yerde yabancı askerlerin
kimlik kontrolü yapmasına itiraz edilmemesinden ''en azından yurtseverlik adına'' gurur duymaması gerekir.
Bu utanılacak bir şeydir.Bu utanç, toplumu bu hale getirenlerindir.
Çök deyince çöken, en anlamsız emirlere uyan bir toplum yaratmak
kimseye onur kazandırmamıştır.
Bu şerefsizlik de cuntanın taşıdığı nişanlara eklenmiştir.
Devrimci sol savunması.
Birincisinde, Nazi askerlerinin kıyafetlerini giyen ve Almanca-Türkçe karışımı konuşan tiyatrocular,
istanbul Beyoğlu'nda kimlik kontrolüyapmış, istisnasız herkes uymuş, hiçbir tepki gösterilmemiştir.
ikincisinde ise, yine istanbul'un kalabalık bir caddesinde sivil giyimli kişiler,
kendilerine sivil polis havası vererek, komutla caddedeki tüm insanları yere çömeltmiş,
daha sonra kentin değişik yerlerinde insanlara
''şu duvarı tut devrilmesin!'' gibi en anlamsız şeyleri yaptırmışlar, yine itiraz eden, tepki gösteren olmamıştır.
Devletin resmi güçlerinin militarizmi nasıl yaydıklarını ve topluma emir-komuta ile yönetilme alışkanlığını
nasıl benimsettiklerini, kolluk kuvvetlerinin baskı-terör- işkence uygulamalarının toplumu ne hale getirdiğini
en iyi bu iki örnek anlatıyor. Elbetteki bu örnekler cuntacıları memnun etmiştir.
Hedeflerine ulaştıklarını; kışla disiplinini topluma hakim kılmakta başarılı olduklarını görmüşler,
göğüsleri kabarmıştır.
Güce tapan kişilikleriyle, bu onlara yaraşır, ama hiç kimsenin istanbul gibi bir yerde yabancı askerlerin
kimlik kontrolü yapmasına itiraz edilmemesinden ''en azından yurtseverlik adına'' gurur duymaması gerekir.
Bu utanılacak bir şeydir.Bu utanç, toplumu bu hale getirenlerindir.
Çök deyince çöken, en anlamsız emirlere uyan bir toplum yaratmak
kimseye onur kazandırmamıştır.
Bu şerefsizlik de cuntanın taşıdığı nişanlara eklenmiştir.
Devrimci sol savunması.
28 Ağustos 2015 Cuma
Bilgesu Erenus / Narçiçeklerinin nedeni
Toplumumuz neden hastalıklı bir nar çiçeği ağacına dönüştü?
Açtığı bunca çiçeğe karşın neden yoksulluğu yok eden bir meyve veremiyor?
Demir parmaklıklı kapının yanı başındaki nar ağacının, dünü, bugünü ve yarını?
Yalnız maden işçileri değil, hepimiz sürekli göçen bir ocağın altındayız.
El emeğimiz, göz nurumuz, çor çocuğumuz, sanatımız, doğamız, bilimimiz, ,
türkümüz, ahlakımız, dayanışma duygumuz ve hele hele karşılıklı canlara mal olan kardeşliğimiz,
hep birlikte yerin yüzlerce metre derininde değilsek bile, bin dokuz yüz seksenden bu yana
tam otuz yıl yerin altında kurtarılmayı bekliyoruz.
Bilgesu Erenus / Narçiçeklerinin nedeni
27 Ağustos 2015 Perşembe
Turgut UYAR / YALAĞUZ
Bektaş yüce dağ başında -yalağuz-du.
Bektaş zaten doğduğundan beri -yalağuz-du...
Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek,
Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du...
Mintanı ile yalnızdı, çarığı ile yalnızdı,
Bilinmez düşünceleri, Tanrısı ile yalnızdı...
Köyde, şehirde, kasabada, dağda
Beş on kelimesi, diliyle.
Yalnız insanların o garip haliyle;
Yalnızdı Bektaş, yapayalnızdı..
Bektaş mayıs böceği kadar yalnızdı,
Esaretinde hürriyetinde sevdasında,
Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de,
Yağmurların altında, bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da, noksanda da,
Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı.
. . . . . . .
İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu...
Bektaş zaten doğduğundan beri -yalağuz-du...
Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek,
Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du...
Mintanı ile yalnızdı, çarığı ile yalnızdı,
Bilinmez düşünceleri, Tanrısı ile yalnızdı...
Köyde, şehirde, kasabada, dağda
Beş on kelimesi, diliyle.
Yalnız insanların o garip haliyle;
Yalnızdı Bektaş, yapayalnızdı..
Bektaş mayıs böceği kadar yalnızdı,
Esaretinde hürriyetinde sevdasında,
Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de,
Yağmurların altında, bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da, noksanda da,
Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı.
. . . . . . .
İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu...
Turgut UYAR / YALAĞUZ
10 Ağustos 2015 Pazartesi
Mermerlerin üstüne kazınacak
Sözler söylemediler bu dünyada.
Yüzleri bir ressama poz vermeye de uygun değildir
Çünkü değişir, acıdan sevince
Umuttan düş kırıklığına ikide bir.
Adlarını da aklında tutmaya çalışma.
Kahpece öldürüldüler, dersin
Çok severlerdi bu ülkeyi...
Böyle söylersin.Bir gün sonra olursa.
Ahmet Erhan
(Alacakaranlıktaki Ülke, sayfa 27)
Sözler söylemediler bu dünyada.
Yüzleri bir ressama poz vermeye de uygun değildir
Çünkü değişir, acıdan sevince
Umuttan düş kırıklığına ikide bir.
Adlarını da aklında tutmaya çalışma.
Kahpece öldürüldüler, dersin
Çok severlerdi bu ülkeyi...
Böyle söylersin.Bir gün sonra olursa.
Ahmet Erhan
(Alacakaranlıktaki Ülke, sayfa 27)
"Biz kaçınılmaz olanız.
Biz sizin endüstriyel ve sosyal hatalarınızın sonucuyuz.
Biz sizin yarattığınız toplumdan çıktık.
Biz devrin başarılı başarısızlıklarıyız, bu rezil medeniyetin belalarıyız.
Bizler, ahlaksız sosyal seçimin yaratıklarıyız. Biz güçlüler ile karşılaştık.
Sadece güçlü olanlarımız dayanabildi.
Biz, uygun olanların hayata devam edeceklerine inanıyoruz.
Siz, maaşlı kölelerinizi kirliliğin içinde ezerek hayatınızı devam ettirdiniz.
Sizin hâkimiyetinizdeki savaşın kaptanları, kanlı büyük vurgunlarını işçilerinizi köpekler gibi vurarak yaptılar. Böylelikle ayakta kalabildiniz.
Sonuçtan şikâyet etmiyoruz, doğruluğunu kabul ediyoruz ve biz de aynı doğa kanunu içindeyiz.
Ama şimdi bir soru ortaya çıkıyor; varolan sosyal çevrede hangimiz hayata devam etmeliyiz?"
Jack London
Rıfat ILGAZ - Defneler Ölmez
DEFNELER ÖLMEZ Şimdi Üç Ulu adam bizim de umduğumuz o aydınlık dünyada bir araya geldiler.
Rıfat Ilgaz ,Fikret Otyam, Kemal Bayram Çukurkavaklı.Üç mualif adam .
Kimilerine göre sivri dilli. Kimilerine göre de onurlu ve boyun eğmez.
Bize bu dünyada nasıl yaşanacağını öğrettiler.Fikret Abi de bu gün fırçasını ,kalemini toparladı kalktı göç eyledi .
Şimdi üçü de bir arada .Neler konuşuyorlar acaba.Yaşarken kimliklerini satanlardan mı söz ediyorlar ?
Yoksa kimim şerefli kimim şerefsiz olduğundan mı ? belki de hiç önemsemiyorlar ve onlar bu şiiri birlikte söylüyorlar
DEFNELER ÖLMEZ
Bir mevsim var ki üşütür yeşilliğimi
Ben geceyle gündüzü bilirim yılları değil.
Ölümsüzlüğü getirdim kıyılarınıza
Düşlerimde hep uzak denizler... Kıyılar...
Gidemem, bağlıyım toprağıma.
Dalımla yaprağımla, ben
Bir savaş simgesiyim oysa
İnsan kardeşlerimin gözünde!
Utkular düşleyen başlar için
Bir çelenk!
Savaşlar, soykırımlar gördük,
İskenderler, Sezarlar,
Ne atlar kaldı onlardan, ne meydanlar...
Gittiler, yıkılıp birer birer,
Biz kaldık.
En kıraç topraklarda tutunduk,
Biz defneler.
Dal kırılır, yaprak dökülür
Ölür mü acılara katlanmasını bilenler,
Direnenler tüm kırımlara karşı...
Ölmez sevgiden yana olanlar
Defneler ölmez!
Rıfat Ilgaz
Ataol BEHRAMOĞLU / Ne Yağmur Ne Şiirler
Darağacından Notlar'ı okudun mu?
Sevgilim
Seni
Öpüyorum.
…
sevgilim, binlerce kilometreye
yayılan kalbim
ve gözyaşlarım
ve her şeye
yetişme duygusu.
bütün romanları
yutarak
bütün aşkları
yaşayarak
ve çağdaş ve sarsak
kalbimi
avutamaz
ne yağmur...
ne şiirler...
Ataol BEHRAMOĞLU / Ne Yağmur Ne Şiirler
3 Ağustos 2015 Pazartesi
Simon Rodriguez Simon Bolivar hükümeti eğitim bakanı (yıl 1826)
"Bizim amacımız düşünmeyi öğretmektir.
Belletmek, eğitmek değildir. Belletirseniz bilen kişiler yaratırsınız,
düşündürürseniz yapan kişiler…
Anlaşılmamış şeyleri ezberden okutmak papağan yaratmak demektir.
Hiçbir suretle hiçbir çocuğa ‘neden’ diye sormadan herhangi bir şey yapmasını buyurmayın.
Çocuğa meraklı olup soru sormayı öğretin ki aldığı buyrukların nedenini sora sora, mantık ve akıla boyun eğmeyi öğrensin,
sığ kimseler ve aptal kişiler gibi geleneklere boyun eğmeyi değil.
Bilgisiz insanı herkes aldatabilir.
Yok-yoksul olanı herkes satın alabilir."
Simon Rodriguez
Simon Bolivar hükümeti eğitim bakanı (yıl 1826)
2 Ağustos 2015 Pazar
(..)
Dünyanın cesur ulusları yoktu, cesur insanları vardı.
Onlar, aşkın ve hayatın havarileri, büyük serüvencilerdi.
Onlar, bu ihtiyar cadının maskesini parçalamak ve
yeryüzü denilen cenneti bize sunmak istediler. Bütün
ömürleri bu kavgayla geçti. Ne adları vardı onların, ne
ulusları, ne dinleri ne de anıtları.
Ama biz onlar için ölüm fermanları hazırlayıp görkemli mangalar kurduk.
Savaşlar açtık peşpeşe. Kentleri ele geçirip vahşi bir hayvan gibi avladık.
Nerde görülseler kurşuna dizdik ve süslü kemerler yaptık onların kafa derilerinden. Biz cellattık ve tarih suratımıza tükürürken,
bir kez bile bağışlanmayı istemedi onlar..
Dünyanın cesur ulusları yoktu, cesur insanları vardı.
Onlar, aşkın ve hayatın havarileri, büyük serüvencilerdi.
Onlar, bu ihtiyar cadının maskesini parçalamak ve
yeryüzü denilen cenneti bize sunmak istediler. Bütün
ömürleri bu kavgayla geçti. Ne adları vardı onların, ne
ulusları, ne dinleri ne de anıtları.
Ama biz onlar için ölüm fermanları hazırlayıp görkemli mangalar kurduk.
Savaşlar açtık peşpeşe. Kentleri ele geçirip vahşi bir hayvan gibi avladık.
Nerde görülseler kurşuna dizdik ve süslü kemerler yaptık onların kafa derilerinden. Biz cellattık ve tarih suratımıza tükürürken,
bir kez bile bağışlanmayı istemedi onlar..
Derler ki, son büyük serüvenci yaralıdır hâlâ...
Ahmet Telli / Soluk Soluğa
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)