Orhan Veli Kanık, ölümsüzleştiğinde
yüreğinde sevdiği bir kadın, cebinde 28 kuruş olan şair
10 Kasım 1950 akşamıydı. Ankara’daydı… İncecik yapılı, uzun boylu genç bir adam, aklında ve dilinin ucunda sözcükleri, yanından hiç eksik etmediği hüznünü yüklenmiş, karanlık yolda yürüyordu… Karanlığın içinde Ankara belediyesinin kazdırmış olduğu çukuru görmedi ve düştü. Başından yaralanmıştı. Aldırmadı… Bir iki gün sonra İstanbul’a geldi. Zaten o sıralar, aklı fikri hep İstanbul’a gitmekteydi. Bağlandığı kadın İstanbul’daydı… İstanbul’a geldi ve 14 kasım akşamı, yemek yerken olduğu yerde yığıldı kaldı… Genç adama alkol tedavisi yapıldı. Oysa o sırada genç adam, beyin kanaması geçiriyordu. O gece hayata gözlerini yumdu. 36 yaşındaydı. Yüreğinde sevdiği bir kadın, cebinde 28 kuruş vardı.
FOTOĞRAF Dört kişi parkta çektirmişiz,/ Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi…/ Anlaşılan sonbahar/ Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli/ Yapraksız arkamızdaki ağaçlar…/ Babası daha ölmemiş Oktay’ın,/ Ben bıyıksızım,/ Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış./ Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;/ Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?/ Oysa hayattayız hepimiz./ Melih Cevdet ANDAY
Fotografta yer alan kişiler Orhan Veli’nin yaşamı boyunca dostları olarak kaldılar. Soldan sağa: Orhan Veli, Şinasi, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday.
Orhan Veli, askerlik yaptığı dönemde hayatını şöyle özetlemiştir: “1914′te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13′te Oktay Rifat’ı, 16′da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18′de rakıya başladım. 19′dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25′te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim”.
?Tarihin beğenerek andığı insanlar daima dönüm noktalarında bulunmalıdırlar ki Orhan Veli de bu dönüm noktalarından birindedir.? Vedat Günyol
?Dünya şairleri arasına en kolay katılabilecek şairlerimizden biri de Orhan Veli’dir. Rumeli Hisarı’nda yeniden türkü söylemeye başlayan bu garip kişi Türkçe’yi insanca söylemesini biliyordu.? Sabahattin Eyüboğlu
?Genç şair ve eleştirmeciler onun için bir kaç kitap yazsalar çok yerinde olur. Aradan bir on sene geçsin, kıymeti daha çok anlaşılacak gibime geliyor. Bir genç şair eleştirmecinin onu uzun uzun, seve seve bize anlatmasını bekliyorum.” Sait Faik
?Okuyun, o şairleri okuyun: yarın herkese uyarak anlayacağınıza şimdi kendiniz keşfedin.? Nurullah Ataç
?Orhan Veli çok daha ileriye bir adım attı: şiirin kendi öz bir dili, bir vezni olmadığı gibi kendine öz konuları da olmayacağını gösterdi.?
Nurullah Ataç
?Orhan Veli?nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi. Sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da verimleridir biraz.? Cemal Süreya
?Her tümce bir yana, açık havanın ozanıdır Orhan Veli her anlamda. Caddeler genişledi, kitaplar inceldiyse Çalap?ın işi değildir bu. Geleceğe doğru süren bir şimdinin şiir etkisi. Yalnızca gam değişikliği de değil, hep Atonal. Orhan veli olayı da olaylılığını yitirmiştir artık. Şiiri ise kalmıştır görünüyor, geniş açıdan bir deyişle.” Ece Ayhan
?…, Orhan Veli de dünyamıza, hele bugünkü dünyamıza yakışmayan insanlardandı. Bir masal oldu şimdi. Belki de günün birinde Nasrettin Hoca, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi efsaneleşecek. Beklide gökyüzünü maviye boyayanın o olduğuna inanacaklar. Kirli gök yüzüne bakınca ?bu sabah Orhan Veli tembellik etmiş? diyecekler.? Oktay Akbal
“Onu her yıl anmaktan bir fayda çıkmaz gibi geliyor bana. Genç şair ve eleştirmeciler onun için bir kaç kitap yazsalar çok yerinde olur. Aradan bir on sene geçsin, kıymeti daha çok anlaşılacak gibime geliyor. Her sene anmak, onu biraz aktüel yapıyor ve yaşayan şairlerin kıymeti ile kıymetlendiriyoruz. Halbuki aramızdan ayrılan şairi başka türlü kıymetlendirmek gerekir. Düşmanlıkları ve kıskançlıkları üstüne çekmek lazım. O, kavgaların ve kıskançlıkların ötesindedir. Bir genç şair eleştirmecinin onu uzun uzun, seve seve bize anlatmasını bekliyorum.” Sait Faik Abasıyanık
Orhan Veli?den Kısa Kısa:
?Aleyhimde yazılan yazıların, lehimdekilerden fazla olması beni memnun eder.?
(Oktay Akbal’a söylemiştir)
?Yazdıkça fark ediyorum; Garip?in müdafaasına kalkışmış gibi bir halim var. Garip?i kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. Bunun, etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip?i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir.?
( İstanbul, Nisan 1945 ? Garip 2. baskı önsözünden)
?Bir aralık, bir arkadaşım ?sanat bahislerinde aksini isbat edemeyeceğim mesele yoktur? demişti. Aksi isbat edilemeyecek mesele yoktur demek isbat edilecek mesele yoktur demektir. Mademki isbat edilecek mesele yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz? Sanattan bahsetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, şifa bulunmaz bir hastalık mı yoksa?”
( İstanbul, Nisan 1945 ? Garip 2. baskı önsözünden)
?Bir insan bu arada da bir sanat adamı, ferdi olabilir mi? Biraz güç. Toplum içinde yaşayan insan ister istemez toplumsal olmak zorundadır. Toplumun dışına çıkmak ? istese de istemese de ? elinden gelmez. Ama ferdi kelimesini icat eden de o değimlidir. Yani o toplum içinde yaşayan insan, toplum içinde yaşadığı için de toplumsal olması gereken insan değil midir?”
(Şiir ve Toplum)
? ?Sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir?? der dururuz. Elbette toplum içindir. Toplum için olmayan bir şey yok ki, sanat olsun. Ama sanatın toplum için olması ne demek. Yani sanat toplumun meselelerini alsın, bunları halletsin, sonuçlarını da halka ildirsin öyle mi? Bunu pek kabul edemiyorum. Çünkü o işleri yapmak için elimizde başka araçlar var. Mesela edebiyat. Edebiyatla sanatı birbirinden ayırıyor musun diyeceksiniz. Birdenbire ayırmıyorum; ama ayırmak lazım geldiğine de inanıyorum.?
(Şiir ve Toplum)
Orhan Veli yaşadığı çağda her zaman ilerici tavrını koruyarak ve geliştirerek insanlık tarihinde unutulmaz yerini onurluca almıştır. Örneğin, Ankara’da, Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışırken 1947′de, Hasan Âli Yücel’in yerine Reşat Şemsettin Sirer’in bakan olarak atanması üzerine, Milli Eğitim Bakanlığında “antidemokratik bir hava” esmeye başladığını söyleyerek, görevinden istifa etmiştir.
*”Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Nazım Hikmet’in hapisten kurtarılması için açlık grevi yapmış ve bu yolda yazılar yayımlamışlardır. Tüm bu eylemler Kudret ve Ulus gazetelerince “Vatan hainliği ve Moskova uşaklığı” olarak yorumlanmıştır. Bu tepkilere karşılık açlık grevini ikinci gün bitirip Yaprak Dergisi’nin 15.5.1950 tarihli sayısında şu yanıtı verirler: “Bir şairin öldürülmesine şair gönlümüz razı olmadığı için, sırf onu kurtarmayı istediğimizi belirtmek için iki gün aç durduk. Niyetimiz kimseyi tehdit değildi, sadece şairlik borcumuzu ödemekti. Bununla beraber fırsat düşkünü yazar bu hareketimize siyasi bir mana vermeye kalkıştı. Bizi, yabancı ülkelerde memleketimiz aleyhinde yapılan menfi propagandalara alet olmakla suçlandıranlar çıktı.”
İşte bu suçlayanlardan birisi de Kudret gazetesidir. 11 Mayıs tarihli gazete şu başlığı atar: “Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış!” Bu başlığa karşılık Orhan Veli ise şu cevabı verir:
“Yurdumuzda sosyalist kelimesiyle komünist kelimesi arasındaki fark pek anlaşılamadığı, komünist kelimesi de çok kere vatan haini anlamına geldiği için bu başlığı ilkin curnalcılık saydık. Ama sonra, biraz düşündük; ilk korkumuzun boşuna olduğunu anladık. Çünkü bundan beş on gün evvel eski Devlet Başkanı Cemil Sait Barlas Halk Partisi’nin bir Sosyalist Partisi olduğunu söylemişti. Söylemişti de, Demokratlar buna şiddetle karşılık vermişler, ‘Siz sosyalist değilsiniz, asıl sosyalist biziz,’ demişlerdi. Partilerimizin arasında bile kolay kolay paylaşılamayan bu sıfatı bize layık gördüğü için Kudret gazetesine teşekkür etmek istiyorum.”
Açlık grevini tamamlamasalar da, Nazım Hikmet’e destek veren yazılar yazmaktan geri kalmazlar çünkü, bilirler aksinin ülkeleri için bir gerilik olduğunu. İşte Orhan Veli’nin 1 Mart 1950 tarihli Yaprak’ta yazdıkları:
“Bugün Avrupa’da tanınan bir tek şairimiz var: Nazım Hikmet. O da bize rağmen tanınıyor. Biz, ‘Aman kimse duymasın!’ diyoruz. Ama faydası yok; duymuşlar. Nazım Hikmet’i bize, onlar kabul ettirmeye çalışıyorlar. Adını, lehimize değil, aleyhimize kullanıyorlar. Bizi, büyük şairler yetiştiren bir millet olarak değil, büyük şairleri hapislerde süründüren bir millet olarak tanıtıyorlar.”
Evet Orhan Veli ile Nazım Hikmet şiirleriyle çok atışmışlardır ama, bu atışma birbirini seven, daha da önemlisi birbirine saygı duyan iki insan arasındadır. Örneğin Orhan Veli, Hürriyete Doğru şiirinde;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
derken, Nazım Hikmet 10 yıl sonra, 15 Eylül 1958 tarihinde O’na ‘Oğlum’ diye seslenir:
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda çıplak bir adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
1955 yılında Budapeşte’deki Kent Radyo’sunda bir konuşma yapan Nazım Hikmet, çok seyahat ettiğini söyler. Bunun üzerine şaire sorarlar: “Acaba bu sık seyahatleriniz sırasında yanınızda bulundurduğunuz kitaplar nelerdir?”
Nazım’ın yanıtı çok açıktır: “Şimdi size söyleyeyim. Mesela benim bavulumda neler var. Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu ama, ölümsüz.”
Konuşma ilerleyince Nazım’dan birkaç Orhan Veli şiiri okumasını isterler. İlk olarak ‘çok sevdiğini’ vurguladığı Sere Serpe’yi okur. Şiiri bitince şu yorumu yapar: “Ne güzel Türkçe, sonra nasıl İstanbul, nasıl İstanbul kızı…”
Sonra Delikli Şiir, Vatan İçin ve Cevap’ı okur. Son olarak “bir tane daha okuyayım. Doyum olmuyor ki…” der ve Gelirli Şiir’i okur.
Bursa Hapishanesi’ndeyken kendisine gönderilen kitaplardan birine hayran olur Nazım. Kapağındaki resmi Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun yaptığı kitaba “mübalağasız bir saat, tıpkı, bir şarkı dinler, bir yazı okur gibi, hatta daha başka türlü dalıp” gider. Öyle hayran olmuştur ki “sakın kaybetme” notuyla birlikte kitabı oğlu Memet’e gönderir. Aradan zaman geçince kitabı yeniden görme isteği basar Nazım’ı. Ve Bir Şiir Kitabının Kapak Resmi adlı şiirini yazar.
Kapak resminde Bedri Rahmi tüm hünerini şakıttıysa da Yenisi adlı bu kitabın şairi Orhan Veli de şiirlerinde bir o kadar başarılıdır.
Orhan Veli öldüğü zaman hala Bursa Hapishanesi’nde yatmakta olan Nazım Hikmet’in üzüntüsü bir kat artmıştır. Bu üzüntü içindeyken, 1.12.1949 tarihli Yaprak Dergisi’nde okuduğu Orhan Veli’nin Dalga isimli şiirini anımsar:
Öyle bir yerde olmalıyım.
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne karpuz kabuğu gibi,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi…
İnsan gibi.
Yatar Bursa Kalesinde’nin son şiiri Bir Hazin Hürriyet’in Nazım’ın Bursa’da yazdığı son şiir olduğunu iddia edebiliriz ama, bu şiirde isim vermeden andığı kişi kesinlikle Orhan Veli’dir:
Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil.
İnsan gibi yaşamalıyız dersin,
Büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
Yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle hürsün!
Gittiği yerlerde Orhan Veli’yi tanıtmaya çalışan Nazım Hikmet, 1958 yılında yazdığı Slavya Kahvesi’nde Şair Dostum Tavfer’le Yarenlik şiirinde de konuk eder, sevdiği bu şairi:
Hele sabahları, hele baharda,
Pırağ şehri yaldızlı bir dumandır
ve kızıl, kocaman bir elma gibi
Nezval geçer taze çıkmış kabrinden
Paramparça yüreği de elinde
ve Orhan Veli’yle karşılaşırlar
Urumelihisarı’ndan gelir o
ve telli kavağa benzer Orhan’ım
yüreciği delik deşik onun da.
16 Ağustos 1959 tarihli Dörtlük şiirinde de üç kişiden bahseder Nazım.
Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi,
kimi Odesa’da yatar, kimi İstanbul’da, Pırağ’da kimi.
En sevdiğim memleket yeryüzüdür.
Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.
Odesa’da yatan kişi, ikinci eşi Lena Yurçenko’dur. Diğer iki kişinin kim olduklarını bir önceki şiire bakarak söyleyebiliriz ki; Nezval ve Orhan Veli…”
*www.orhanveli.net’ten alınmıştır.